Hz. Muhammedin Hayatı

Boykot Ve Kaldırılışı Hz. Muhammedin Hayatı

29.   BOYKOT
VE KALDIRILIŞI

 

Ömer, (r.) mü’minler
Allah’a İbadet ederken, Kurcys-] ilerin açıkça Ka’be’de putlara tapmalarına
tahammül ede­miyordu. Bu yüzden gidip açıkça K&’be de namaz kılar ve diğer
mü’minleri de buna teşvik ederdi. Bazen Ömer ve Hamza yanlarında bir grup
mû’minle mescide girer ve na­maz kılarlardı, böyle zamanlarda Kureyş liderleri
biç or­tada görünmezdi. Çünkü onlar için orada oturmak ve otan-lan seyretmek
gurur kırıcıydı. Ömer (r.)’den korktuktan için de müdahale edemiyorlardı. Fakat
bu genç artanı kendilerini yendiğini zannetmesini de İstemiyorlardı. Bu yüzden
Ebu CehiTin baskısıyla en İyi çözümün Ebu Ieheb dışında, mü’min olsun olmasın
Peygamber  1 koruyan tüm Haşimilere bir
boykot düzenlemek olduğu kararına vardılar. Hazırladıkları dokümana göre, kimae
Haşim’li bir kadınla evlenmeyecek ve kızını da Haşimile­re vermeyecekti; kimse
onlara birşey satmayacak, onlar­dan da birşey satın almayacaktı. Bu, Haşimiler
Muham-med’i reddedene veya o peygamberlik iddiasından vazge­çene dek sürecekti.
Hepsi taraftar olmasa da kırk KureyşÜ lider bu anlaşmayı imzaladı. Muttalib
oğullan, kardeşleri Haşimilere bunu yapmak istemediler, fakat zorla anlaşma­ya
dahil edildiler. Doküman dikkatle K&’be’nin içine yer­leştirildi.

Karşılıklı dayanışma
için tüm Beni Hasim, Mekke va­disinin Ebu Talib mahallesinde toplandı.
Peygamber <s.a.v.) ve Hatice ev balkıyla birlikte o mahalleye gelirken, Ebu
Leheb, Kureyşlilere bağlı olduğunu gösterircesine karısıyla bu mahalle
dışındaki bir eve taşındı.

Boykot sıkı bir
şekilde uygulanmıyordu ve evlenen bir kadın hala eski kabilesinin bir üyesi
sayıldığı için Beni Haşim’le bağlar tamamen kopanlamıyordu. Ebu Cehil sü­rekli
boykotu kontrol ediyor, fakat istediklerini herkese uyguluyordu. Bir gün
Hatice’nin yeğeni Hakim’i, yanın­da sırtında bir çuval unla giden bir köle ile
beraber Beni Hacim mahallesine giderken gördü, Onları düşmana yiye­cek
götürmekle suçladı ve Hakim’i Kureyş’e ihbar edece­ğini söyledi. Onlar
tartışırken, Esed kabilesinden Ebu’l-Behteri geldi ve meselenin ne olduğunu
sordu. Sorunu öğ­rendiğinde Ebu Cehil’e: «Bu onun halasının unudur, ha­lam
ununu İstiyor. Bırak da adam islediğini yapsın» de­di. Ne Hakim ne de
Ebu’l-Behterî müslüman değillerdi, fa­kat Esed kabilesinden diğerine un götürmek
kabile dışından birisinin kanşamayacagı bir durumdu. Mah-zumlunun araya
girmesine tahammül edilemezdi, Ebu Ce­hil söylediğinde ısrar edince,
Ebu’l-Behterî yerden bir de­venin kaburga kemiğini aldı ve Ebu Cehil’in
kafasına vur­du. Ebu Cehil yere düştü. O sırada oradan geçmekte olan Hamza’yı
memnun etmek istercesine yerde onu çiğnedi­ler.

Hakim haklıydı, boykot
edilen kurbanların kişiliği yü­zünden birçok kişi de boykota karşıydı. Amir
kabilesin­den Hişam İbn Amr, Haşiml kanı taşımıyordu, fakat aile­sinin Haşimilerie
evlilik bağları vardı. Hişam gece hava kararınca yiyecekte yüklü bir deveyi
Beni Haşim mahal­lesine götürür, mahalleye girişte devenin yularını çıkarır v»
İlerlemesi için arkasına vurup bırakıp, giderdi. Ertesi jeee de giyecek yüklü
bir deve getirirdi.

Müslüman olmayanların
bu yardımlarının yanısıra di­ğer kabilelerden müslüman olanlar, özellikle Ebu
Bekir ve Ömer b«ı yasağın etkilerini hafifletmeye çalışıyorlardı. İki yıllık
boykotun »onunda Ebu Bekir artık zengin bir adanı sayılmazdı. Fakat bu yardımlara
rağmen. Beni Haşini ma­hallesinde açlık ve kıtlık vardı.

Kutsal aylarda saldın
ve tecavüzden emin olarak dı-şan çakabiliyorlardı. Bu zamanlarda Peygamber
£s.a.v.) sık sık Kâ’be’ye giderdi. O sıralarda Kuröyş liderleri varlı­ğından
yararlanarak ona hakaret ederlerdi. Bazen Kureyş’i uyaran ve daha önceki
kavimlerin başına gelenleri anla­tan âyetleri okurken, Abdu’1-Dar sülalesinden
Nadr ayağa kalkar ve: Tanrıya andolsun ki, Muhammed (s.a.v.) benden daha iyi
bir konuşmacı değildir. Onun konuştukları eski­lerin masallarıdır. Onları
yazılı bir Kâğıttan okuyor, ben de benimkileri kendi kitabımdan okuyorum»,
derdi. Daha sonra Rüstem, Isfendiyar ve İran Krallarıyla ilgili hikâye­ler
anlatırdı. Bu bağlamda, kalbin doğaüstü .gerçeklikleri algılayan bir yeti
olduğuna değinen bir çok âyet inmiştir Kâfirlerde kapalı olan kalb gözü; nurun
parladığmı göre­bilir, bu da îmandır. Fakat yaşamını kötü işlerle geçirmek
kalbi tozlarla kaplar ve Allah’tan gelen mesajın ilahi kö­kenini algılayamaz:

«Ona âyetlerimiz
okunduğu zaman: «Geçmişlerin uydurma ma­sallarıdır» dedi. Asla, hayır; onların
kazanmakta oldukları, kalblen üzerinde pas tutmuştur.» (Muttaffİfin: 13-14).

Bunun aksin» Peygamber
(s.a.v.) kalbinin her zaman uyanık olduğunu ve her an gerçeklerle beraber
olduğunu belirtmiştir.: «Gözüm uyur, fakat kalbim uyanıktır»[1]

Peygamber (s.a.v.)
cağında yaşayanların adından çok nadir bahseden Kur’an, Ebu Leheb ve karısının
Cehenne­me gireceğini müjdeler iLeheb Sûresi). Ümmü Cemil bu­nu duyunca elinde
bir tas tokmakla Kâ’be’ye Muhammed <n.a.v.)’i aramaya çıktı; Muhammed
(s.a.v.)’in yanında otu­ran Ebu Bekir’e gitti Ve «Arkadaşın nerede?» diye
sordu. Konuşamayacak denli şaşıran Ebu Bekir, onun Muham­med  (s.a.v.)’i kasdettiğini biliyordu. Ümmü Cemil
devam etti: -Duyduğuma göre beni hicvetmiş, Tanrı’ya andoJsun onu bulursam
ağzını bu havan tokmağıyla parçalayaca­ğım. Bana gelince, ben gerçek bir
şairim» dedi ve Peygam­ber Cs.a.v.) hakkında bir şiir okudu:

«Biz o günahkara
uymuyoruz.

Emirleriyle alay
ediyor

Ve dininden nefret
ediyoruz.»

Kadın gittiğinde Ebu
Bekr, (r.j Peygamber’e (s.a.v.) ka­dının kendisini görüp görmediğini sordu.
Peygamber (s.a.v.) : «O beni göremedi, çünkü Allah onun görüşüne perde çekti»
dedi. Arapça «günahkâr», «suçlu» anlamına gelen muzammam övülen ve değer verilen
anlamına ge­len Muhammed’in karşıt anlamıdır. Küreydiler, Peygam­ber (s.a.v.)’İ
yermek İçin bazan bu terimi kullanırlardı. Peygamber (s.a.v.) bunu duyunca
arkadaşlarına: -Allah’­ın, Kureyşlilerin kötülüklerinden beni koruması şükre
değ­mez mi? Onlar bana Muzammam (suçlanan) diyorlar, halbuki ben
Muhammed’im  (Övülen)»[2].

Beni Haşim ve Beni
Muttalib’e uygulanan boykot iki yıl sürdü ve beklenen etkilerin hiçbirini
göstermedi. Aksi­ne Peygamber (s.a.v.)’ln daha çok dikkat çekmesine ve tüm
Arabistan’da yeni dinden bahsedilmesine neden oldu. Bu tür düşüncelerden
bağımsız olarak, Kureyşlilerin çoğu. Özellikle boykot edilenler arasında
akrabaları bulunanlar, boykot hakkında olumsuz düşünceler taşıyorlardı. Karar
değiştirmenin zamanı gelmişti ve ilk tepkiyi gösteren adam yine, Haşimilere sık
sık yiyecek ve giyecek yüklü develer gönderen Hişam oldu. Hişam tek başına bir
şey yapama­yacağının farkındaydı, bu nedenle Peygamberin halası Atike’nin oğlu
Mahzum’lu Zûheyr’e gitti ve söyle dedi: -Annenin akrabalarının durumunu
bilirken nasıl yemek yiyip, güzel giyinmeye dayanabiliyorsun? Onlar ne birşey
satabiliyorlar, ne de alabiliyorlar. Ne kızlarını ne de ogul-Jpını
evlendirebiliyorlar. Allah’a yemin ederim ki, eğer on-1    Ebul-Hakem’in (Ebu Cehil) annesinin
akrabaları ol-

salardı ve sen onu,
onun seni çağırdığı şeye çagırsaydın, O hiçbir zaman bunu yapmazdı». «Beni
utandırdın, Hİşam» dedi Zûheyr, «Fakat tek başıma ne yapabilirim? Eğer be­ni
destekleyen biri daha olsaydı bu anlaşmayı geçersiz kı­lana dek savaşırdım».
Hişam: -Birini buldum- dedi.«Kim O?». «Benim». «Bir üçüncüsünü daha bulalım*
dedi Züheyr. Bunun üzerine Nevfel kabilesinden, Haşim ve Muttalİb’in kardeşleri
olan Nevfel’in torunu Mut’im tbn Adly’e gitti. «Sen Kureyş’le bir olarak Abdu
Menaf oğullarının iki kolu­nun yok olmasına göz mü yumuyorsun? Tann’ya
andol-sun, eğer onların bunu yapmasına izin verirsen, bir müd­det sonra aynı
şeyi sana da yaparlar» dedi Mut’im dör­düncü bir adam istedi, bunun üzerine
Hişam, Hadice’nin unu yüzünden Ebu Cehil’e vuran Esed’ll Ebu’l-Behterl’ye
gitti. O beşinci bir adam gerektiğini söylediğinde Hişam diğer bir Esed’Iiye,
bir altıncıya gerek olduğunu söyleme, den teklifi kabul eden-Zem’eh İbn
el-Esved’e gitti. Hepsi de o gece Mekke’nin dışındaki Hacun dağı eteklerinde bu­luşmaya
karar verdiler. Orada hareket planlarını tasarla­dılar ve bu anlaşmayı geçersiz
kılmadan meseleyi bırak­mayacaklarına söz verdiler. Züheyr: «Bu işle en çok
ilgili olan benim, o yüzden ilk konuşan ben olacağım» dedi.

Ertesi sabah
Mescid’deki kalabalığa karıştılar ve Zü­heyr üzerindeki uzun cübbesiyle
Ka’be’yi tavaf etti. Daha sonra yüzünü meclistekilere çevirdi ve: «Ey
Mekke’liler, Haşimogullan hiçbir şey alıp satamazken, biz burada ra­hatça yiyip
giyinecek miyiz? Tann’ya andolsun bu hak­sızlık ortadan kalkıncaya dek rahat
etmeyeceğim* dedi Kuzeni Ebu Cehil hemen ayağa kalktı ve: «Yalancısın!» dedi,
«bu durum ortadan kalkmayacak». Zem’eh: «asıl ya­lancı sensin. Bu anlaşma
yazıldığında biz taraftar değil­dik.» dedi. «Zem’eh doğru söylüyor onda yazılı
olanı des­teklemiyoruz ve taraftar değiliz» dedi Ebu’l-Behteri. Mut’­im -.
-İkiniz de haklısınız, asıl buna hayır diyen yalancıdır. Tanrı şahidimiz olsun
biz ondan ve onda yazılı olandan masumuz» dedi. Hişam da aynı şeyleri söyledi
ve Ebu Ce­hil onları bir gecede sözlerinden dönüp, entrika cevirmekle
suçlamaya’ başladığında, Mut’im onun sözünü kesti ve Kabe’ye andlaşma metnini
getirmeye gitti. İçerden, elinde küçük bir parça kâğıt, ve zafer ifadesiyle
çıktı: Kurtlar, ilk başa yazılan «Allah’ım, senin adınla» kelimeleri dışın­daki
tüm andlaşmayı yemişlerdi.

Kureyş’in çoğunluğu
zaten ikna olmuştu Bunun yanı­lıra bu tartışmasız mucize tüm karşı çıkışları
durdurdu Ebu Cehil ve onun gibi düşünen birkaç kişi karşı koyma­nın anlamsız
olduğunu biliyorlardı. Boykot resmen kaldırıl­mıştı. Kureyş’ten bir grup, Beni
Haşim ve Beni MÛttalib’e iyi haberleri vermeye gitti.

Boykot
kaldırıldıktan,sonra Mekke’de büyük bir rahat­lama oldu ve belli bir süre için
Müslümanlara karşı gös­terilen düşmanlık yumuşadı. Bu rahatlama haberi abar­tılarak
Habeşistan’a dek ulaştı. Bunun üzerine muhacir­lerden bazıları Mekke’ye dönmek
için hemen hazırlıklara başladılar. Cafer gibi bazıları ise bir süre daha orada
kal­malarının iyi olacağını düşünüyordu.

O sırada Kureyş
liderleri çabalarını, Muhammed (s.a.v)’i bir anlaşma yapmaya ikna etmede
yoğunlaştır­mışlardı. Bu kendilerine göre ona takınılan en yakm ve yumuşak
tavırdı. Velid ve diğer liderler, iki dinin de aynı anda uygulanmasını
önerdiler. Peygamber (s.a.v.) bu öne­riyi reddetme şeklinde zorluk çekmeden,
hemen gelen vahiyle onlara cevap verdi

«De ki: Ey kâfirler.
Ben sizin tapttklartntza tapmam. Benim taptığıma da siz tapacak değilsiniz. Ben
de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak
değilsiniz.

Sizin dininiz size,
benim de dinim botta.» (Kâfirim Suresi)

Bunun sonucunda, geri
dönen muhacirler daha Harı»m bölgeye ulaşmadan yumuşak durum sona ermişti.

Cafer ve Ubeydullah
İbn Cahş dışında, Peygamber fsa.v.)’in bütün kuzenleri geri döndüler. Onlarla
birlikte

Osman ve Rukiye de
geldiler. Osman’la birlikte dönen bir diğer Şems’Ii de Ebu Huzeyfe idi. Ebu
Huzeyfe, (r.) ko­runma için babası Utbe’ye sığınabilirdi. Fakat Ebu Sele­me
(r.) ve Ümmü Seleme (r.) kendi kabilelerinden işken­ceden başka bir şey
bekieyemeyeceklerini biliyorlardı. Bu yüzden Mekke’ye gelir gelmez hemen Ebu
Seleme’nin dayısı olan Ebu Talib’den korunma istediler. Ebu Talib Mahzu-milerin
karşı çıkmasına rağmen bu isteği kabul etti. «Sen bize karşı yeğenin Muhammedi
koruyorsun, fakat niçin bizim kabilemizden bîr adamı bize karşı korumayı kabul
ediyorsun?» dediler. Ebu Talib: «O benim kızkardeşimin oğludur, eğer ben
kızkardeşimin oğlunu koruyamazsam, er­kek kardeşimin oğlunu da koruyamam
demektir» dedi. Mahzumîlerin onun liderlik haklarına saygı göstermekten başka
seçenekleri yoktu. Yanaşıra bu kez. Peygamber (s.a.v.)’e en çok düşmanlık
besleyen Ebu Leheb de ağa­beyini destekliyordu. Bu yüzden daha fazla
diretmediler. Ebu Leheb, kendisine «öre boykot süresince yeğenine duy­duğu
nefreti bu kadar açığa vurmasının özrünü .yerine ge­tiriyordu./ Nefreti biç bir
şekilde azalmamıştı; fakat ağa­beyinden sonra kabilenin lideri olacağı için
ailesiyle iyi ilişkiler içinde olmak istiyordu. Ebu Talib’in çok uzun ya­şamayacağının
da farkındaydı.

 



[1] II. 375; B. XIX, X6 v.b,

[2] II 234

 

İlgili Makaleler